Çok eski zamanlarda, gürül gürül akan bir ırmağın kıyısında bir değirmen varmış. Değirmenci, kara saçlı, kara gözlü, uzun boylu bir adammış; ötede, vadinin ta karşı yamacındaki köyden uzakta, kendi değirmeninde bir başına yaşarmış. Yıllar yılları izlemiş; kara kara saçları ağarmış, yüzü çizgilerle dolmuş değirmencinin... Uzakta, vadinin karşı yamacındaki köylüler, değirmencinin yaşlandığını, bir yıldan ötekine, yalnızlığın acısını daha derinden duyduğunu bilememişler; yine öyle, günlük, güneşlik günlerde; atlarına, arabalarına buğday çuvallarını yükleyip değirmene getirmişler; soğuk, yağışlı günlerinde yılın, değirmenciyi unutmuşlar... Oysa, genç, yaşlı, çocuk, değirmenin önü insanlarla dolunca, yüzü aydınlanırmış değirmencinin; ağaçlar daha yeşil, ırmak daha coşkulu, gökyüzü daha geniş görünürmüş gözüne...