Berkeley - Hume Frederick Copleston

Berkeley - Hume

Frederick Copleston  

Kuşkucu David 1748’de ‘Ulusal Karakterler’ konusunda yazarken şunları belirtir: “Negroların ve genel olarak tüm insan türlerinin (çünkü dört ya da beş ayrı tür vardır) doğal olarak beyazlardan aşağı olduklarından kuşku duyma eğilimindeyim. Hiçbir zaman beyazdan başka herhangi bir tende uygar bir ulus olmamış, ne de giderek eylemde ya da kuramsal düşüncede seçkin herhangi bir birey olmuştur. Aralarında hiçbir becerikli üretici yoktur, hiçbir sanat ve hiçbir bilim yoktur. Öte yandan, beyazların en kaba ve en barbar olanları bile, örneğin eski GERMENLER, şimdiki TATARLAR, henüz yiğitliklerinde, hükümet biçimlerinde ya da başka herhangi bir tikel özellikle seçkin birşey taşırlar. Eğer doğa bu insan soyları arasında kökensel bir ayrım yapmamış olsaydı, böyle biçimdeş ve değişmez ayrımlar yüzyıllar ve çağlar boyunca yer alamazdı. Sömürgelerimizin sözünü etmesek bile, tüm Avrupa’ya dağılmış Negro köleler vardır ki aralarından hiç biri hiçbir zaman herhangi bir beceri belirtisi göstermemiştir, gerçi aramızdaki eğitimsiz aşağı insanlar işe koyulup kendilerini herhangi bir meslekte sivriltecek olsalar bile. Aslında JAMAİKA’da bir negrodan yetenekli ve bilgili bir insan olarak söz ederler; ama kendisine çok yetersiz başarılarından ötürü hayranlık duyuluyor olabilir, tıpkı birkaç sözcüğü açıkça konuşan bir papağan gibi.” Kuşkucuyu ciddiye almalıyız. Bunları demek istemiyor, bunlar “öğretisi” ile, kuramsal düşüncesi ile tutarsızdır dememeliyiz. Kuşkucu da bir insandır, ve yalın bir tutarlılığın ne olduğunu o da bilebilir. Ve herşey bir yana, bir insan olarak sayılmayı, düşüncelerinin çarpıtılmamasını ister ve bu en doğal hakkıdır. Immanuel Cant gibi bir “felsefeci” bile bu sözleri David’in boş sözleri olarak almamışken, tersine tüm bu sefil içerikte onunla anlaştığını aynı sözleri satır satır yineleyerek elirtmişken, bugün David’e karşı onu yalanlama saygısızlığını göstermemeliyiz. Ve üç yıl önce, 1745, Kanada’ya askeri bir sefere katılmak üzere sömürge üniformasını giyen David bunları bilinçli, sağlıklı, sorumlu, olgun ve ne dediğini bilen bir insan olarak yazmıştır. Sağlıklı bir usun, normal bir sağduyunun gelişmemişliği ne anlama gelir? Felsefe yapma girişiminde, amaçlanın tam tersini verir, görgücülük ya da kuşkuculuk anlamına gelir. Bilimde pozitivizm. Bir ulusun karakterinde? Yanıtı modern tarihtedir. İçindekiler ANABÖLÜM BİR BERKELEY BÖLÜM I BERKELEY (1) 1. Yaşam 2. Çalışmalar 3. Berkeley'in Düşüncesinin Tini 4. Görme Kuramı BÖLÜM İKİ BERKELEY (2) 1. Sözcükler ve Anlamları 2. Soyut Genel Düşünceler 3. Duyulur Şeyin essesi percipidir 4. Duyulur Şeyler Düşüncelerdir 5. Özdeksel Töz Anlamsız Bir Terimdir 6. Duyulur Şeylerin Olgusallıkları 7. Berkeley ve Temsilci Algı Kuramı BÖLÜM ÜÇ BERKELEY (3) 1. Sonlu Tinler: Varoluşları, Doğaları ve Ölümsüz Iraları 2. Doğa Düzeni 3. Berkeley'in Fiziği Görgücü Yorumu, Özellikle De motu'da Görüldüğü Gibi 4. Tanrının Varoluşu ve Doğası 5. Duyulur Şeylerin Kendimiz ve Tanrı ile İlişkileri 6. Nedensellik 7. Berkeley ve Başka Felsefeciler 8. Berkeley'in Törel Düşünceleri Üzerine Kimi Notlar 9. Berkeley'in Etkisi Üzerine Bir Not ANABÖLÜM İKİ DAVID HUME BÖLÜM DÖRT HUME (1) 1. Yaşam ve Yazılar 2. İnsan Doğasının Bilimi 3. İzlenimler ve Düşünceler 4. Düşüncelerin Çağrışımı 5. Töz ve İlişkiler 6. Soyut Genel Düşünceler 7. Düşünce İlişkileri; Matematik 8. Olgu Sorunları 9. Nedensellik Çözümlemesi 10. İnancın Doğası BÖLÜM BEŞ HUME (2) 1. Cisimlerin Varoluşuna İnancımız 2. Anlıklar ve Kişisel Özdeşlik Sorunu 3. Tanrının Varoluşu ve Doğası 4. Kuşkuculuk BÖLÜM ALTI HUME (3) 1. Giriş 2. Tutkular, Doğrudan ve Dolaylı 3. Duygudaşlık 4. İstenç ve Özgürlük 5. Tutkular ve Us 6. Ahlaksal Ayrımlar ve Ahlak duyusu 7. İyilikseverlik ve Yararlık 8. Türe 9. Genel Notlar BÖLÜM YEDİ HUME (4) 1. Bir Bilim Olarak Politika 2. Toplumun Kökeni 3. Hükümetin Kökeni 4. Bağlaşmanın Doğası ve Sınırları 5. Ulusların Yasaları 6. Genel Notlar BÖLÜM SEKİZ HUME'DAN YANA VE HUME'A KARŞI 1. Giriş Notları 2. Adam Smith 3. Price 4. Reid ÇÖZÜMLEME (A. Yardımlı) SÖZLÜK KAYNAKÇA NOTLAR DİZİN Parça BÖLÜM BİR BERKELEY (1) 1. Yaşam GEORGE BERKELEY 12 Mart 1685’te İrlanda’da Kilkenny yakınlarında Kilcrene’de doğdu. Ailesi İngiliz kökenliydi. Onbir yaşında Kilkenny Kolejine gönderildi ve 1700 Martında onbeşindeyken Dublin’de Trinity Kolejine girdi. Matematik, dil, mantık ve felsefe öğreniminden sonra 1704’te B.A. derecesini aldı. 1707’de Arithmetica ve Miscellanea mathematica başlıklı çalışmalarını yayımladı ve o yılın Haziranında Koleje kabul edildi. Daha şimdiden özdeğin varoluşundan kuşkulanmaya başlamış, ve konu üzerine ilgisi Locke ve Malebranche’ı incelemesi tarafından uyandırılmıştı. Konumunun gereklerini yerine getirdikten sonra, 1709’da ast rahip [deacon] olarak atandı ve 1710’da Protestan Kilise’de rahip [priest] oldu. İlkin Ast Üye [Junior Fellow] olarak, ama daha sonra 1717’den başlamak üzere Üst Üye [Senior Fellow] olarak çeşitli akademik görevlerde bulundu. Ama 1724’te Derry kilise başkanlığı görevini elde edince Üyeliğini bırakmak zorunda kaldı. Kolejde kalışı hiç kuşkusuz arasız değildi ve Londra’yı ziyaret etmiş ve orada Addison, Steele, Pope ve başka ünlülerle tanışmıştı; ve iki kez Kıtayı ziyaret etmişti. Derry’deki görevine yerleşmesinin üzerine çok geçmeden Berkeley Bermuda adasında İngiliz tarımcıların ve yerlilerin çocuklarının eğitimleri için bir kolej kurma tasarı konusunda Sarayın ve hükümet çevrelerininin desteğini almak üzere Londra’ya gitti. Görünürde hem genel eğitim hem de özel olarak dinsel eğitim için Amerika kıtasından oldukça uzun bir yol aşarak gelen ve eğitimleri tamamlandıktan sonra geri dönen İngiliz gençlerini ve yerlileri düşünüyordu. Berkeley bir yetki ve önerilen bir bağış için parlamento onayı elde etmeyi başardı, ve 1728’de yanında başkalarıyla Amerika’ya yelken açarak Rhode Island’daki Newport’a doğru yola çıktı. Erken tasarının doğruluğundan kuşkuya düşerek, bağış verilir verilmez tasarlanan koleji Bermuda’da olmak yerine Rhode Island’da kurmak için başvuruda bulunmaya karar verdi. Ama beklenen para gelmedi ve Berkeley İngiltere’ye geri dönmek için yola çıktı ve 1731 Ekim sonunda Londra’ya ulaştı. İngiltere’ye dönüşünden sonra Berkeley Londra’da terfi umuduyla beklemeye başladı ve 1734’te gerçekten de Cloyne piskoposu olarak atandı. Yaşamının bu dönemindeydi ki insan hastalıkları için bir her-derde-deva olarak gördüğü katranlı-suyun [tar-water] iyiliklerinden yana ünlü propagandalarına girişti. Bu özel çare konusunda ne düşünülürse düşünülsün, Berkeley’in acıya bir çözüm için ateşli isteği içtendi. 1745’te Berkeley daha iyi bir kazanç getirebilecek olan Clogher piskoposluğu teklifini geri çevirdi, ve 1752’de karısı ve ailesiyle Oxford’da Holywell Street’te aldığı bir eve yerleşti. 14 Ocak 1753’te dinginlik içinde öldü ve Christ Church’ün bir eklentisine, Oxford diyakozunun katedraline gömüldü. 2. Çalışmalar Berkeley’in en önemli felsefi çalışmaları meslek yaşamının erken bir döneminde, Trinity Kolejin bir Üyesi olduğu yıllar sırasında yazıldı. Yeni Bir Görme Kuramına Doğru Bir Deneme [An Essay towards a New Theory of Vision] 1709’da çıktı. Bu çalışmada Berkeley görme sorunlarını ele aldı, örneğin uzaklık, büyüklük ve konum yargılarımızın temellerini çözümledi. Ama daha şimdiden ‘özdeksizciliğin’ [immaterialism] doğruluğuna inanmış olsa da, Deneme’de ününü borçlu olduğu bu öğretiyi anlatmadı. Bu öğreti 1710’da yayımlanan İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir İnceleme’nin [A Treatise concerning the Principles of Human Knowledge] birinci Bölümünde ve 1713’te yayımlanan Hylas ve Philonus Arasındaki Üç Diyalog’da [Three Dialogues between Hylas and Philonus] ortaya koyuldu. Deneme için ve İlkeler için ön çalışma Berkeley’in 1707 ve 1708’de yazılan defterlerinde kapsandı. Bunlar 1871’de A. C. Fraser tarafından Raslantısal Metafiziksel Düşünceler Güncesi [Commonplace Book of occasional Metaphysical Thoughts] başlığı altında ve 1944’te Profesör A. A. Luce tarafından Felsefi Yorumlar [Philosophical Commentaries] başlığı altında yayımlandılar. 1712’de Berkeley Edilgin Boyuneğiş [Passive Obedience] üzerine bir kitapçık yayımladı ve bunda edilgin boyuneğiş öğretisini ileri sürdü, gerçi aşırı tiranlık durumlarında başkaldırı hakkını kabul ederek onu sınırlandırsa da. Berkeley’in Latince incelemesi De motu 1721’de çıktı, ve aynı yıl İngiltere’nin Yıkımını Önleme Yönünde Bir Deneme’yi [An Essay towards preventing the Ruin of Great Britain] yayımladı. Çalışma South Sea Bubble* tarafından yol açılan yıkımlar karşısında din, çalışkanlık, tutumluluk ve kamu tinine bir çağrıyı kapsıyordu. Amerika’da Alciphron ya da Minik Filozof [Alciphron or Minute Philosopher] başlıklı çalışmayı yazdı ve bunu 1732’de Londra’da yayımladı. Yedi diyalog kapsayan bu çalışma kitaplarının en uzunudur ve özgür-düşünürlere [free-thinkers] karşı yöneltilmiş olarak özünde bir Hıristiyan savunmacının çalışmasıdır. 1733’te Bir Tanrının Dolaysız Bulunuşunu ve Kayrasını Gösteren Görüş ya da Görsel Dil Kuramının Doğrulanışı ve Açıklaması [The Theory of Vision or Visual Language showing the immediate Presence and Providence of a Deity Vindicated and Explained] başlıklı çalışması Deneme’nin bir gazete eleştirisine karşı yanıt olarak çıktı; ve 1734’te Berkeley Çözümleyici, ya da İnançsız Bir Matematikçiye Seslenen Bir Söylem’i [The Analyst or a Discourse addressed to an Infidel Mathematician] yayımladı ve bunda Newton’un türev kuramına saldırarak eğer matematikte gizemler varsa bunları dinde beklemenin ancak usauygun olduğunu ileri sürdü. A. Dr. Jurin bir yanıt yayımladı ve Berkeley 1735’te yayımlanan Matematikte Özgür-Düşünmenin Bir Savunusu [A Defence of Free-thinking in Mathematics] ile karşılık verdi. 1745’te Berkeley biri kendi kümesine, öteki Cloyne piskoposluğu altındaki Katoliklere seslenen iki mektup yayımladı. Bu ikincisinde Jacobi ayaklanmasına katılmamayı önerdi. Bir İrlanda bankası sorunu üzerine düşünceleri adı verilmeksizin Sorgulamacı [The Querist] başlığı altında 1735, 1736 ve 1737’de üç bölüm olarak Dublin’de yayımlandı. Berkeley İrlanda sorunlarıyla oldukça yakından ilgileniyordu, ve 1749’da Bilgelere Bir Söz [A Word to the Wise] başlıklı bir yazıyla ülkenin Katolik dinadamlarına seslenerek onları daha iyi toplumsal ve ekonomik koşulların geliştirilmesi devimine katılmaya çağırdı. Katranlı-suyun yararlarından yana propagandası ile bağıntı içinde, 1744’te içinde belli bir ölçüde felsefe de kapsayan Siris’i yayımladı. Bilinen son yazısı Katranlı-Su Üzerine Daha Öte Düşünceler [Farther Thoughts on Tar-water] 1752’de yayımlandı. 3. Berkeley’in Düşüncesinin Tini Berkeley’in felsefesi bu felsefenin kısa bir bildiriminin bile (örneğin yalnızca Tanrı, sonlu tinler ve tinlerin düşünceleri vardır) onu sıradan insanın dünya görüşünden dikkate çarpacak denli uzak gösteriyor olması anlamında heyecanlandırıcıdır. Nasıl ünlü bir filozof özdeğin varoluşunu yadsımada kendini aklayabilir diye hayret edebiliriz. Gerçekten de, Berkeley İnsan Bilgisinin İlkeleri’ni yayımladığı zaman bütünüyle doğal olarak eleştiri ve giderek alay konusu oldu. Birçok insana öyle görünüyordu ki en açık olanı, sıradan hiçbir insanın sorgulamayacağı denli açık olanı yadsıyor ve hiçbir biçimde çok açık olmayanı ileri sürüyordu. Böyle bir felsefe düşlemsel bir aşırılıktan başka birşey değildi. Yazarı ansal olarak dengesiz biri, ya da kimilerinin düşündüğü gibi, paradoksal yenilikler peşinde koşan biri ya da ince bir şaka yapan ilginç bir İrlandalıydı. Ama evlerin, masaların, ağaçların, dağların gerçekte tinlerin ya da anlıkların düşünceleri olduklarına inanan ya da inanmaya götürülen hiç kimse haklı olarak başka insanların da onun görüşlerini paylaşmalarını bekleyemezdi. Kimileri Berkeley’in uslamlamalarının ustaca ve ince ve çürütülmesi güç olduklarını kabul ettiler. Aynı zamanda böylesine paradoksal vargılara götüren uslamlamalarda yanlış birşey olmalıydı. Başkaları Berkeley’in konumunu çürütmenin kolay olduğunu düşündüler. Felsefesini yadsımalarının güzel bir örneği Dr. Samuel Johnson’un ünlü çürütmesidir. Bilgili doktor büyük bir taşı tekmeleyerek ‘‘Onu böyle çürütüyorum’’ diye bağırmıştı. Bununla birlikte, Berkeley’in kendisi felsefesini sağduyuya aykırı düşlemsel bir yaratı olarak ya da giderek sıradan insanın kendiliğinden kanılarıyla bağdaşmaz olarak görmekten çok uzaktı. Tersine, sağduyunun yanında olduğuna inanıyor ve açıkça kendini profesörlerden ve onun görüşünde tuhaf ve saçma öğretiler bildiren yanlış yola düşmüş metafizikçilerden ayrı olarak ‘‘halk’’ ile birlikte sınıflandırıyordu. Defterlerinde ilginç bir girişi okuruz: ‘‘Unutma: Metafiziği sonsuza dek uzaklaştırıyor vb., ve insanları yeniden sağ duyuya çağırıyor olmak.’’1 Kişi gerçekten de bir bütün olarak Berkeley’in felsefesini metafiziğin uzaklaştırılmasının bir örneği olarak görme eğiliminde olmayabilir; ama Locke’un gizli [occult] özdeksel töz öğretisini yadsıması hiç kuşkusuz onun gözünde bu etkinliğin bir örneğiydi. Ve cisimlerin ya da duyulur nesnelerin algılayan anlıklara bağımlı oldukları öğretisini sıradan insanın görüşleriyle bağdaşmaz görmedi. Aslında, sıradan insan masanın varolduğunu ve onu algılayacak hiç kimse yokken bile orada bulunduğunu söyleyecektir. Ama Berkeley masanın odada onu algılayacak hiç kimse yokken bile belli bir anlamda varolduğunun söylenebileceğini yadsıma gibi bir niyeti olmadığı yanıtını verecektir. Soru bildirimin doğru mu yoksa yanlış mı olduğu değil, ama hangi anlamda doğru olduğudur. Masanın onu algılayacak hiç kimse yokken ve onu algılamıyorken odada olduğunu söylemek ne demektir? Bu eğer biri odaya girecek olsaydı, ‘‘bir masayı görme’’ dediğimiz deneyimde bulunacaktı demekten başka ne anlama gelebilir? Sıradan insan masa onu algılayacak hiç kimse yokken bile odadadır derken demek istediğinin bu olduğunu ileri sürmeyecek midir? Demek istemiyorum ki sorun bu sorular tarafından düşündürülebilecek denli yalındır. Ne de kendimi Berkeley’in görüşüne bağlamak istiyorum. Ama önceden çok kısa bir biçimde Berkeley’in çağdaşlarının düşlemsel olarak görme eğiliminde oldukları görüşlerin gerçekte sağduyu ile bütünüyle uyumlu olduklarını nasıl ileri sürebildiğini belirtmek istiyorum. Bir cismin ya da duyulur şeyin edimsel olarak algılanmadığı zaman varolduğunu söylemenin ne demek olabileceği sorusuna az önce değinildi. Berkeley yalnızca kendi dillerinde iyi yazma yeteneğinde olan felsefecilerden biri değildi: sözcüklerin anlam ve kullanımlarıyla da büyük ölçüde ilgileniyordu. Bu hiç kuşkusuz bugün İngiliz felsefecileri tarafından yazılarına yöneltilen ilginin başlıca nedenlerinden biridir. Çünkü onda dilbilimsel çözümleme deviminin bir ön habercisini görürler. Berkeley örneğin ‘‘varoluş’’ teriminin doğru bir çözümlemesi için gereksinim üzerinde diretiyordu. Böylece defterlerinde birçok eski felsefecinin varoluşun ne olduğunu bilmedikleri için saçmalıklara düştüklerini belirtir. Ama ‘‘üzerinde direttiğim başlıca nokta Varoluşun doğa, anlam ve önemini anlamadır.’’2 Berkeley’in görüşünde Esse est percipi vargısı duyulur şeyler vardır derken kullandığımız ‘‘varolma’’ teriminin doğru bir çözümlemesinin sonucuydu. Yine, Berkeley Newtoncu bilimsel kuramlarda görülen türde soyut terimlerin anlam ve kullanımlarına özel bir dikkat yöneltti. Ve bu terimlerin kullanımlarını çözümlemesi ona daha sonra sıradan gündelik birer bilgi olmuş olan bilimsel kuramların konumlarına ilişkin görüşleri önceleme olanağını verdi. Bilimsel kuramlar birer önsavdır, ve bilimsel bir önsavın, yalnızca ‘‘işlediği’’ için, zorunlu olarak insan anlığının olgusallığın enson yapısını özümseme ve son gerçekliğe erişme gücünün anlatımı olduğunu düşünmek bir yanılgıdır. Dahası, ‘‘yerçekimi,’’ ‘‘çekim’’ vb. gibi terimlerin hiç kuşkusuz kendi kullanımları vardır; ama bunların araçsal birer değer taşıdıklarını söylemek bir şeydir, bilinemez kendilikleri ya da nitelikleri gösterdiklerini söylemek bütünüyle başka birşey. Soyut sözcüklerin kullanımı, gerçi kaçınılamaz olsa da, fiziği metafizik ile kirletme ve bize fiziksel kuramların konumlarının yanlış bir düşüncesini verme eğilimindedir. Ama gerçi Berkeley metafiziği sürmekten ve insanları sağduyuya geri çağırmaktan söz etmiş olsa da, kendisi bir metafizikçiydi. Örneğin özdeksel şeylerin varoluş ve doğalarının açıklaması verildiğinde, bundan pekinlikle Tanrının varolduğu sonucu çıktığını düşünüyordu. Berkeley’in ‘‘düşünceler’’ dediği nitelikleri destekleyecek hiçbir özdeksel töz (Locke’un bilinemez ve bilinmeyen dayanağı) yoktur. Özdeksel şeyler öyleyse düşünce öbeklerine [clusters of ideas] indirgenebilirdir. Ama düşünceler herhangi bir anlıktan ayrı olarak kendi başlarına varolmazlar. Aynı zamanda açıktır ki kendimiz için oluşturduğumuz düşünceler, imgelemin yaratıları (örneğin bir denizkızı ya da tek-boynuzlu at düşünceleri) ile bir insanın uyanık yaşamı sırasında normal durumlar ve koşullar altında algıladığı fenomenler ya da ‘‘düşünceler’’ arasında bir ayrım vardır. Kendime özgü imgesel bir dünya yaratabilirim; ama gözlerimi kitabımdan kaldırdığım ve pencereden dışarı baktığım zaman gördüklerim bana bağlı değildir. Bu ‘‘düşünceler’’ öyleyse bana bir anlık ya da tin tarafından, eş deyişle Tanrı tarafından sunuluyor olmalıdır. Bu tam olarak Berkeley’in sorunu anlatış yolu değildir; ama onun görüşünde fenomenalizmin teizmi içerdiği olgusunu kısaca belirtmek için yeterli olacaktır. İçerip içermediği hiç kuşkusuz başka bir sorudur. Ama Berkeley içerdiğini düşünüyordu; ve Tanrıya inancın yalın bir sağduyu sorunu olduğunu düşünmesinin nedenlerinden biri budur. Eğer özdeksel şeylerin varoluş ve doğalarına ilişkin bir sağduyu görüşünü benimseyecek olursak, Tanrının varoluşunu doğrulamaya götürüleceğiz. Evrik olarak, özdeksel töze inanç tanrıtanımazlığı getirecektir. Eğer Berkeley’in felsefe yapma yolunu irdeliyorsak bu sorunun biraz önemi vardır. Çünkü özdeksel tözü eleştirisini genel olarak tanrıtanırcılığın ve özel olarak Hıristiyanlığın bir kabulü için yolu hazırlamaya hizmet ediyor olarak gördüğünü açıkça ortaya koyuyordu. Söylendiği gibi, felsefesi birçok çağdaşı tarafından düşlemsel bir saçmalık olarak görüldü. Ve Bermuda tasarını yaşama geçirebilmek için İrlanda’da Protestan Kilisede3 bir görevi gözden çıkarmaya istekliliği kimileri tarafından bir delilik belirtisi olarak alındı. Ama özdeksizcilik [immaterialism] felsefesi ve Bermuda tasarı başka bir yolda İrlanda yoksullarının acıları için kaygısında ve katranlı-suyun yararları konusundaki coşkulu propagandasında açıkça görülen aynı karakter ve kafa yapısını gösterirler. Felsefesine hangi değer verilirse verilsin ve sonraki felsefeci kuşakları tarafından ondaki hangi öğeler vurgulanırsa vurgulansın, felsefesini kendi değerlendirmesi İlkeler’in kapanış sözlerinde hayranlık verici bir yolda özetlenir. ‘‘Çünkü, herşey bir yana, incelemelerimizde ilk yeri hak eden şey Tanrının ve ödevimizin irdelenişidir; ve bunları yükseltmek bir bakıma emeklerimin ana yön ve tasarı olduğu için, eğer söylemiş olduklarımla okurlarımı Tanrının bulunuşunun dindarca bir duygusuyla esinlendiremiyorsam onları bütünüyle yararsız ve etkisiz sayacağım: ve bilgili insanların başlıca uğraşlarını oluşturan o verimsiz kurguların yanlışlık ya da boşluklarını gösterdikten sonra, doğru olan onları İncil’in sağlıklı gerçekliklerine saygı göstermeye ve onları benimsemeye yöneltir, çünkü bunları bilmek ve yerine getirmek insan doğasının en yüksek eksiksizliğidir.’’4 Berkeley böylece felsefesinin kılgısal işlevi konusunda bütünüyle açıktı. İlkeler’in tam başlığı şudur: İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir İnceleme, ya da Kuşkuculuk, Tanrıtanımazcılık ve Dinsizliğin Zeminleri ile, Bilimlerdeki Tüm Yanlışlık ve Güçlüğün Başlıca Nedenleri Üzerine Soruşturma. Benzer olarak, Üç Diyalog’daki amacının ‘‘insan bilgisinin gerçeklik ve eksiksizliğini, ruhun cisimsel-olmayan doğasını ve bir Tanrının dolaysız bulunuşunu kuşkucular ve tanrıtanımazcılar ile karşıtlık içinde açıkça belgitlemek’’5 olduğunu söyler. Ama bu ve benzeri bildirimlerden Berkeley’in felsefesinin dindar ve savunmacı bir karakterin önyargıları ve saplantıları tarafından bütünüyle bulandırıldığı ve böylece felsefi düşünceye sunacak değerli hiçbirşeyi olmadığı vargısını çıkarmamak gerekir. Ciddi bir felsefeciydi, ve kişi onun kullandığı uslamlamalarla, çıkardığı vargılarla ister anlaşıyor olsun isterse olmasın, sunduğu düşünce çizgileri irdelemeye değer ve getirdiği sorunlar ilginç ve önemlidirler. Genel olarak, ayrıca bir metafizikçi ve bir fenomenalist de olmasına karşın, fenomenalizmin felsefede son sözü söylediğini düşünmeyen bir görgücü olarak dikkate değerdir. Felsefesi hiç kuşkusuz kırma bir felsefe olarak görünür. Eğer felsefesine yalnızca Locke’dan Hume’a giden yolda bir basamak olarak bakacak olursak kaçınılmaz olarak böyle görünecektir. Ama sanırım kendi uğruna ilginçtir.


  • Dizi: Felsefe Dizisi
  • Sayfa Sayısı: 244
  • Boyut: 11cm x 19cm