Hobbes-Locke Frederick Copleston

Hobbes-Locke

Frederick Copleston  

Hobbes büyük İngiliz ‘felsefecisi’dir. Şu nedenlerle: 1) Avrupa’da düşünen her insanın despotizme başkaldırmaya başladığı bir dönemde, Kralların Saltık Yetkeciliğini savunmayı sürdürmüştür. 2) Yalnızca cisimsel/özdeksel şeylerin varlığını kabul ederek, ve aynı zamanda Tanrının varlığını da kabul ederek, Tanrının da cisimsel olduğunu ileri sürmüştür. 3) Yine, insan ruhu da ‘doğal bir cisim’ olduğuna göre, insan tutkularından doğan sonuçların irdelenişini, ‘törebilim’ dediği şeyi, ‘fiziğin’ bir alt dalı olarak görmüştür. 4) Uslamlamayı yalnızca ADların bir “dir” koşacı yoluyla bitiştirilmesi olarak, bir hesaplama işlemi (toplama ve çıkarma) olarak görmüştür. 5) İlk gerçeklikleri (belitler) ADları saptayanlar tarafından keyfi olarak belirlenen şeyler olarak görmüştür. * * * Locke da bir ‘felsefeci’ idi. Felsefenin a priori doğasını reddetti. Tüm bilgeliğini beş duyularına borçlu olduğuna, kavramlarının boş bir tablet olan anlığı üzerine duyular aracılığıyla basıldıklarına inandı. Ve her nasılsa bu yolda üretilen evrensellerin (adsal özlerin) hiç kuşkusuz şeylerin kendilerinin (olgusal özler) değil ama düşüncelerin ve sözcüklerin bir yüklemi olduğunu, bilginin yalnızca düşüncelerimiz arasındaki ilişki olduğunu, böylece “deneysel felsefe”de tanıtlama ya da gerçekliğin söz konusu olmadığını, doğal bilimin hiçbir zaman bir bilim olamayacağını, dahası, “pekala kendi varlığımızdan da kuşku duyabileceğimizi” vb. belirtti. Ne Platon’dan ne de Aristoteles’ten, ne Descartes ne de Spinoza’dan hiçbirşey öğrenmeyen Locke düşünce tarihinde barbarlığın da söz hakkı olduğunu gösterdi. Ve İngiliz Görgücülüğünün anamalcılık ile, sömürgecilik ile, kölecilik ve kitle kıyımları ile en iyi bağdaşan entellektüel yapı olduğunu sözü ve eylemiyle tanıtladı. 17’nci yüzyılda “Carolina’nın Temel Anayasası” (The Fundamental Constitutions of Carolina) için taslağın yazarı John Locke’dur. Bu anayasa kölelik kurumunu kabul eder ve korur. Hıristiyanlığın kölelik kurumu ile bağdaşmadığı söylense de, Locke’un yazdığı anayasa kölelerin Hıristiyanlığa dönmelerine karşın köleliklerinin sona ermesine izin vermez. * * * Locke modern bilincinin doğal saydığı bu tür 'dışsal' noktalar nedeniyle tanınmaz. Bunlar kuramcılığı 'ilgilendirmeyen' önemsiz konulardır. Locke’un önemi David Hume’un dört dörtlük görgücülüğüne, sonra Bentham’ın yararcılığına, sonra James’ın pragmatizmine, sonra analitik geleneğe, sonra mantıksal atomizme, sonra mantıksal pozitivizme, sonra mantıksal görgücülüğe, sonra dil “felsefeciliğine” vb. götüren yolu açmasında yatar. İçindekiler BÖLÜM I HOBBES (1) 1. Yaşam ve Yazılar 2. Felsefenin Erek ve Doğası ve Tüm Tanrıbilimi Dışlaması 3. Felsefenin Bölümleri 4. Felsefi Yöntem 5. Hobbes'un Adcılığı 6. Nedensellik ve Düzenek 7. Uzay ve Zaman 8. Cisim ve İlinekleri 9. Devim ve Değişim 10. Dirimli Devimler ve Hayvan Devimleri 11. İyi ve Kötü 12. Tutkular 13. İstenç 14. Anlıksal Erdemler 15. Atomik Bireycilik BÖLÜM 2 HOBBES (2) 1. Doğal Savaş Durumu 2. Doğa Yasaları 3. Bir Commonwealthın Yaratılması ve Bağıt Kuramı 4. Egemenin Hakları 5. Uyrukların Özgürlüğü 6. Hobbes'un Politik Kuramı Üzerine Düşünceler BÖLÜM III CAMBRIDGE PLATONİSTLERİ 1. Giriş Notları 2. Cherburyli Lord Herbert ve Doğal Din Kuramı 3. Cambridge Platonistleri 4. Richard Cumberland BÖLÜM IV LOCKE (1) 1. Yaşam ve Yazılar 2. Locke'un Ilımlılığı ve Sağ Duyu 3. Deneme'nin Amacı 4. Doğuştan Düşünceler Üzerine Saldırı 5. Görgücü İlke BÖLÜM V LOCKE (2) 1. Yalın ve Karmaşık Düşünceler 2. Yalın Kipler; Uzay, Süre, Sonsuzluk 3. Karışık Kipler 4. Birincil ve İkincil Nitelikler 5. Töz 6. İlişkiler 7. Nedensellik 8. Örgensel ve Örgensel-olmayan Cisimler ile ve İnsan ile İlişkide Özdeşlik 9. Dil 10. Evrensel Düşünceler 11. Olgusal ve Adsal Özler BÖLÜM VI LOCKE (3) 1. Genel Olarak Bilgi 2. Bilginin Dereceleri 3. Bilgimizin Düzeyi ve Olgusallığı 4. Tanrının Varoluşunun Bilgisi 5. Başka Şeylerin Bilgisi 6. Yargı ve Olasılık 7. Us ve İnanç BÖLÜM VII LOCKE (4) 1. Locke'un Törel Kuramı 2. Doğa Durumu ve Doğal Ahlaksal Yasa 3. Özel Mülkiyet Hakkı 4. Politik Toplumun Kökenleri; Toplumsal Bağıt 5. Yurttaş Hükümeti 6. Hükümetin Çözülüşü 7. Genel Notlar 8. Locke'un Etkisi KAYNAKÇA SÖZLÜK DİZİN Parça BÖLÜM I HOBBES (1) 1. Yaşam ve Yazılar THOMAS HOBBES, Avrupa yazınındaki en ünlü politik incelemelerden birinin yazarı, 1588’de Malmesbury yakınlarında Westport’da doğdu. Babası bir dinadamıydı. 1608’de, Oxford’u bitirdikten sonra, Cavendish ailesinin hizmetine girdi ve geleceğin Devonshire kontu 1608-10 yıllarını Lord Cavendish’in oğlu ile Fransa ve İtalya’ya yolculuklarla geçirdi. İngiltere’ye dönüşü üzerine kendini yazınsal çalışmalara verdi ve Thukidides’i İngilizce’ye çevirdi. Çeviri 1628’de yayınlandı. Francis Bacon (ö. 1626) ve Cherbury Lordu Herbert ile ilişkileri olmuştu; ama henüz kendini felsefeye vermemişti. 1629’dan 1631’e dek Hobbes yine Fransa’daydı, bu kez Sir Gervase Clifton’ın oğlunun öğretmeni olarak; ve Paris’e bir ziyaret sırasında Euklides’in Öğeler’i ile tanıştı. Tarihçilerin belirttiklerine göre tüm çabalarına karşın Hobbes hiçbir zaman Descartes’ın çok erken bir yaşta kazandığı matematiksel bilgi ve kavrayış düzeyine erişemedi. Ama hiçbir zaman büyük bir matematikçi olmamasına karşın, ona hiçbir zaman vazgeçmeyecek olduğu bilimsel yöntem idealini veren şey geometri ile bu karşılaşması olmuştu. Paris’i ziyareti sırasında dikkati ayrıca duyu-algısı, duyumun cisimlerin devimleri ile ilişkisi ve ikincil niteliklerin konumu sorunlarına da çekildi. İngiltere’ye dönüşü üzerine Hobbes yine Cavendish ailesinin hizmetine girdi, ve daha sonra 1634’den 1637’ye dek geçen süre içinde bir kez daha Kıtada bulundu. Florence’da Galileo ile karşılaştı, ve Paris’te Mersenne tarafından felsefe ve bilim çevrelerine tanıştırıldı. Böylece Kartezyen felsefeyi öğrendi, ve Mersenne’in dileği üzerine Descartes’a onun Meditasyonlar’ına yönelik karşıçıkışlarını sundu. Bu dönemin Hobbes’un düşüncelerinin gelişiminde ve felsefi ilgilerinin belirlenmesinde büyük bir önemi vardır. Dikkatini felsefeye çevirdiği zaman çoktan orta yaşlarına gelmişti; ama kendi için bir dizge düşüncesini formüle etti ve bunu üç bölümde sunmayı tasarladı. Gerçekte kafası ciddi olarak toplumsal ve politik sorunlarla uğraşıyordu, ve 1640’da Doğal ve Politik Yasanın Öğeleri’ni yazdı ve 1650’de bunun iki bölümü İnsan Doğası ya da Politikanın Temel İlkeleri ve De corpore politico [Politik ‘‘cisim’’ üzerine] başlıkları altında yayımlandı. Bütün çalışmanın metni ancak 1889’da F. Tönnies tarafından düzenlenip yayımlanacaktı.* 1640’da kraliyetçi görüşleri nedeniyle İngiltere’de güvenliğinin tehlikeye düştüğünü düşünen Hobbes Fransa’ya sığındı. 1642’de Paris’te tasarlanmış felsefe dizgesinin üçüncü bölümü olarak De cive [Devlet Üzerine] başlıklı çalışmasını yayımladı; ve Paris’te kalışı sırasındaydı ki Leviathan, ya da Kilise ve Yurttaş Ortak-Gönencinin Töz, Biçim ve Gücü (Leviathan or the Matter, Form and Power of a Commonwealth, Ecclesiastical and Civil) başlıklı çalışmasını yazdı ve kitap 1651’de Londra’da yayımlandı. 1649’da Charles I’in kafası uçuruldu. Bu durumda belki de Hobbes’un Fransa’da kalmayı sürdüreceği beklenebilirdi, özellikle bir süre Paris’te sürgünde yaşayan Wales Prensi Charles’ın matematik öğretmeni olmuş olduğu için. Bununla birlikte, 1652’de Commonwelth ile barıştı ve Devonshire kontunun yanına yerleşti. Leviathan’da açımlamış olduğu bilinen kimi düşünceleri Paris’te kraliyet çevreleri için kabul edilebilir türde değillerdi, ve her ne olursa olsun Hobbes’un yurt dışında kalması için başlıca neden olmuş olan iç savaş sona ermişti. Daha sonra görüleceği gibi, politik kanıları onun Devletin etkili bir denetimini elinde bulunduran herhangi bir de facto hükümeti kabul edebilmesini sağladılar. 1660’da Restorasyondan sonra Hobbes II. Charles’ın koruması altına alındı ve bir gelire bağlandı. 1655 ve 1658’de Hobbes felsefi dizgesinin ilk ve ikinci kesimlerine yayımladı, De corpore ve De homine. Ve yaşamının sonuna dek kendini yazınsal uğraşlara verdi, Homer’in bütününü İngilizce’ye çevirdi ve Uzun Parlamento* üzerine bir kitap yazdı. Tartışmalara girmekten de geri kalmadı. Böylece Derry piskoposu Bramhall ile özgürlük ve zorunluk konusu üzerine yazınsal bir tartışmayı sürdürdü ve bu bağlamda belirlenimci bir bakış açısını savundu. Ayrıca Elenchus geometriae hobbinae başlığıyla yayımladığı çalışmasında onun matematiksel yanlışlarını sert bir biçimde eleştirmiş olan matematikçi Wallis ile tartışmaya girdi. Heretiklik ve ateizm zeminlerinde özellikle dinadamlarından gelen saldırılardan da kaçınamadı. Bununla birlikte, hem Commonwealth’i hem de Restorasyonu başarıyla atlatmış olarak, sözel polemikler tarafından öldürülmeyecekti, ve 1679 kışında doksanbir yaşında ölünceye dek uzun bir yaşam sürdürdü.1 2. Felsefenin Erek ve Doğası ve Tüm Tanrıbilimi Dışlaması Hobbes, Bacon gibi, felsefenin kılgısal amacını vurgular. ‘‘Felsefenin erek ya da alanı [end or scope] önceden görünen etkileri kendi yararımıza kullanabilmemizdir; ya da, cisimlerin birbirlerine uygulanması yoluyla, özdek, güç ve çalışmanın izin vereceği düzeye dek, insan yaşamının uygunluğu için, anlıklarımızda tasarladığımız şeylerin benzer etkilerini üretebilmemizdir. ... Bilginin ereği güçtür ... ve tüm kurgunun alanı yapılacak belli bir eylemin ya da şeyin yerine getirilmesidir.’’2 Doğal felsefe insanlığa açık yararlar sağlar. Ama ahlaksal ve politik felsefenin de büyük yararı vardır. Çünkü insan yaşamı büyük yıkımlara uğrar ki, iç savaş bunların başlıcasıdır ve doğmasının nedeni insanların gündelik yaşamın ve politik yaşamın kurallarını yeterince anlamamalarıdır. ‘‘Şimdi, bu kuralların bilgisi ahlaksal felsefedir.’’3 Hem bilimlerde hem de politikada bilgi güçtür. Ama işlevinin insanın özdeksel gönencine ve toplumsal barış ve güvenliğe katkıda bulunması anlamında felsefi bilgi bir güç olsa da, bundan tüm bilginin felsefi olduğu sonucu çıkmaz. Felsefi bilginin uzak temeli söz konusu olduğu ölçüde, Hobbes bir görgücüdür. Filozof verili olanla, dışsal cisimlerin bizde yarattıkları duyu-izlenimleri ile ve böyle izlenimlerin anıları ile başlar. Görgül verilerden, Hobbes’un ‘‘etkiler’’ ya da ‘‘görüngüler’’ dediği şeylerden yola çıkar. Ama gerçi görüngülere ya da fenomenlere ilişkin dolaysız bilincimiz ve onlara ilişkin anılarımız bilgiyi oluştursalar da, ve gerçi felsefenin uzak temelini oluştursalar da, kendileri felsefi bilgi değildirler. ‘‘Şeylere ilişkin duyu ve anılar, ki insana ve tüm dirimli yaratıklara ortaktırlar, bilgi olsalar da, gene de bize dolaysızca doğa tarafından verildikleri için, ve uslamlama [ratiocination] tarafından kazanılmadıkları için, felsefe değildirler.’’4 Herkes ‘‘güneşi görme’’ dediğimiz deneyimde bulunmuş olma anlamında bilir ki güneş vardır; ama hiç kimse böyle bir bilginin gökbilimsel bilgi olduğunu söylemeyecektir. Benzer olarak, insan eylemlerinin yer aldıkları herkes tarafından bilinir; ama herkes insan eylemlerinin bilimsel ya da felsefi bir bilgisini taşımaz. Felsefe nedensel ilişkilerle ilgilenir. ‘‘Felsefe etkilerin ve görüngülerin öyle bir bilgisidir ki, bunu ilkin nedenleri ya da yaratılmaları [causes or generation] konusunda taşıdığımız bilgiden doğru bir uslamlama yoluyla kazanırız. Ve yine, nedenlerin ya da yaratılmaların ilkin etkilerini bilmekten (edinilmiş) olabilen bilgisidir.’’5 Filozof etkileri bilinen nedenlerden ve nedenleri ise bilinen etkilerden saptar. Bunu ‘‘uslamlama’’ yoluyla yapar. Yalnızca görgül olguları, şunun ya da bunun bir olgu olduğunu bildirmekle ilgilenmez; tersine, ilgilendiği şey önermelerin gözlem yoluyla değil ama uslamlama yoluyla saptanan sonuçlarıdır. Öyleyse, Hobbes’un bilgiyi olgu bilgisi [knowledge of fact] ve sonuç bilgisi [knowledge of consequence] olarak ayırırken ne demek istediğini anlayabiliriz. ‘‘Bilginin iki türü vardır; bunlardan biri olgu bilgisidir: öteki bir doğrulamanın bir başkasında sonuçlanmasının bilgisi.’’6 Birşeyin yapıldığını gördüğüm ya da yapıldığını anımsadığım zaman, bilgim olgu bilgisidir. Bu, der Hobbes, mahkemede bir tanıktan istenen türde bir bilgidir. Saltık olarak [absolutely] ya da önesürümlü biçimde [in assertoric form] anlatılmış olması anlamında ‘‘saltık’’ bilgidir. Ve olgu bilgisinin ‘‘kaydı’’na tarih denir ki, ya doğal tarih ya da yurttaşlık tarihi biçimini alabilir. Sonucun bilgisi ise, tersine, örneğin A doğruysa B de doğrudur türünde bir bilgi olması anlamında, koşullu ya da varsayımlıdır. Hobbes’un örneğini kullanırsak, ‘‘Eğer gösterilen beti bir daire ise, o zaman özekten geçen herhangi bir doğru çizgi onu iki eşit parçaya bölecektir.’’7 Bu bilimsel bilgidir, filozoftan, ‘‘uslamlama yaptığını ileri süren’’8 birinden istenen türde bir bilgidir. Ve ‘‘bilim kayıtları’’ önermelerin sonuçlarının tanıtlamalarını kapsayan kitaplardır ve ‘‘genellikle felsefe kitapları olarak adlandırılırlar.’’9 Bilimsel ya da felsefi bilgi öyleyse sonuçların bilgisi olarak betimlenebilir. Ve böyle bilgi her zaman koşulludur; ‘‘eğer bu varsa, eş deyişle, eğer bu olmuşsa, şu olmuştur; eğer bu olacaksa, şu olacaktır.’’10 Hobbes için felsefenin nedensel açıklama ile ilgilendiğini gördük. Ve nedensel açıklama ile demek istediği şey belli bir etkiyi ortaya çıkaran yaratıcı [generative] sürecin bilimsel bir açıklamasıdır. Bundan şu çıkar ki, eğer yaratıcı bir süreç yoluyla varolmamış herhangi birşey varsa, felsefenin konusunun bir parçası olamayacaktır. Öyleyse, Tanrı ve giderek tüm tinsel olgusallık felsefeden dışlanır. ‘‘Felsefenin konusu, ya da ele aldığı gereç, herhangi bir yaratılışını tasarlayabileceğimiz, ya da, herhangi bir irdelenişi yoluyla başka cisimlerle karşılaştırabileceğimiz, ya da bileşme ve çözülme yeteneğinde olan her cisimdir; eş deyişle, yaratılışı ya da özellikleri konusunda herhangi bir bilgimizin olabileceği her cisimdir. ... Öyleyse (felsefe) tanrıbilimi, eş deyişle bengi, yaratılamaz, kavranamaz olan ve ne bölünecek ne de bileştirilecek hiçbir şey kapsamayan, ne de içinde tasarlanabilecek bir yaratılış bulunan Tanrıya ilişkin öğretiyi dışlar.’’11 Tarih de dışlanır, çünkü ‘‘böyle bilgi yalnızca deneyim (anı) ya da tanıklıktır, uslamlama değil.’’12 Ve astroloji gibi yalancı-bilimlerin kabul edilmeleri söz konusu değildir. Felsefe öyleyse cisimlerin nedenleri ve özellikleri ile ilgilenir. Ve bu demektir ki devimdeki cisimlerle ilgilenir. Çünkü devim ‘‘biricik evrensel neden’’dir ki, ‘‘devimden başka herhangi bir nedeni olduğu tasarlanamaz’’; ve ‘‘tüm betilerin türlülüğü onları yapan devimlerin türlülüğünden doğar.’’13 Felsefenin doğasının ve konusunun bu açıklaması, Hobbes’a göre, herkes tarafından kabul edilebilecek gibi değildir. Kimileri diyeceklerdir ki bu bir tanım sorunudur ve herkes felsefeyi dilediği gibi tanımlamada özgürdür. Bu doğrudur, ‘‘gerçi bu tanımımın tüm insanların sağduyuları ile anlaştığını göstermeyi güç bir sorun olarak görmüyor olsam da.’’14 Bununla birlikte, Hobbes başka bir tür felsefe arayanların başka ilkeleri benimsemeleri gerektiğini ekler. Eğer onun kendi ilkeleri benimsenecek olursa, felsefe onun tarafından tasarlandığı gibi olacaktır. Hobbes’un felsefesi öyleyse cisimlerden başka hiçbir şeyi dikkate almıyor olması anlamında özdekçidir. Ve Tanrının ve tüm tinsel olgusallığın dışlanması yalnızca özgürce seçilen bir tanımın sonucu olduğu ölçüde, özdekçiliğinin yöntemsel olduğu söylenebilir. Bir Tanrının olmadığını söylemez; Tanrının felsefenin konusu olmadığını söyler. Aynı zamanda bana öyle görünüyor ki, Hobbes’un ‘‘felsefe’’ sözcüğünü kullanımına bakarak onun Tanrının varoluşu ve doğası felsefi konular değildirler demekten daha çoğunu söylemediğini ileri sürmek büyük bir yanılgı olacaktır. Felsefe ve uslamlama onun için birarada varolan şeylerdir; ve bundan tanrıbilimin usdışı olduğu çıkar. Tüm amaç ve niyetlerine karşın, imgelenebilir olanı ve kavranabilir olanı özdeşleştirdi. Ve bundan sonsuz olanın ya da özdeksel-olmayanın hiçbir düşüncesini [idea] taşıyamayacağımız vargısını çıkardı. ‘‘İmgelediğimiz her şey sonludur. Öyleyse sonsuz dediğimiz herhangi birşeyin bir düşüncesi ya da kavramı yoktur.’’15Cisimsel-olmayan töz [incorporeal substance] gibi bir terim cisimsel-olmayan bir cisim ya da yuvarlak bir dörtgen denli çelişkilidir. Bu tür terimler ‘‘imlemsiz [insignificant],’’16 eş deyişle anlamsızdırlar [meaningless]. Kimileri gerçekten de onları anladıklarını düşünürler; ama gerçekte yaptıkları içeriklerini doğru bir yolda anlamaksızın sözcükleri kendilerine yinelemektir. Çünkü hiçbir içerikleri yoktur. Hobbes açıkça ileri sürer ki hypostatical [tözsel, öğesel], transsubstantiate [tözsel-değişme], eternal-now [bengi-şimdi] vb. gibi sözcükler ‘‘hiçbir şeyi imlemezler.’’17 ‘‘Kendilerinden sesten başka hiçbir şeyi anlamadığımız sözcükler saçma, imlemsiz ve anlamsız dediğimiz sözcüklerdir. Ve öyleyse eğer biri bana yuvarlak bir dörtgenden ... ya da özdeksel-olmayan tözlerden ... ya da özgür bir özneden söz edecek olursa ... yanılmış olduğunu değil ama sözlerinin anlamsız olduğunu, eş deyişle saçma olduklarını söylemem gerekir.’’18 Yeterince açık olarak belirtir ki tanrıbilim, eğer bir bilim olarak ya da doğru önermelerin tutarlı bir kütlesi olarak teklif edilecek olursa, saçma ve usdışıdır. Ve bunu söylemek birinin felsefede dikkatini cisimselin alanına sınırladığını önermesinden çok daha fazlasını söylemektir. Aynı zamanda hiç duraksamaksızın Hobbes’un bir tanrıtanımazcı olduğu vargısını çıkarmak da haklı olmayacaktır. Gerçekten de, adların anlamlarını görgücü çözümlemesinden Tanrıya ilişkin tüm konuşmaların anlaşılmaz bir söz kalabalığı olduğu ve inancın yalnızca bir duygu sorunu olduğu, eş deyişle duygusal bir tutumu anlattığı sonucu çıkıyor görünür. Ama Hobbes’un söylediği tam anlamıyla bu değildir. Doğal din ile ilgili olarak der ki, nedenlerin bilgisini merak etmek ya da sevmek bir insanı doğallıkla kendisinin bir nedeni olmayan bir nedeni tasarlamaya çeker, ‘‘öyle ki doğal nedenlere yönelik herhangi bir derin araştırmada bulunmak böylelikle tek bir bengi Tanrı olduğuna inanmaksızın olanaksızdır; ama gene de (insanlar) kafalarında ona ilişkin olarak doğasını açıklayabilecek herhangi bir düşünce taşıyamazlar.’’19 Çünkü, ‘‘bu dünyadaki görülür şeylerden ve hayranlık verici düzenlerinden çıkarak bir insan onların Tanrı adı verilen bir nedenleri olduğunu kavrayabilir; ve gene de kafasında onun bir düşüncesini ya da imgesini taşımayabilir.’’20 Başka bir deyişle, Hobbes Tanrının kavranamazlığını vurgular. Eğer ‘‘sonsuz’’ gibi bir sözcük Tanrıya yüklemlenecek olursa, bu Tanrıya ilişkin herhangi bir olumlu düşünceyi temsil etmekten çok Onu kavrama konusundaki yeteneksizliğimizi anlatacaktır. ‘‘Ve öyleyse Tanrı adı onu kavramamızı sağlamak için kullanılmaz,—çünkü Tanrı kavranamaz ve büyüklük ve gücü tasarlanamazdır—, ama onu onurlandırabilmemiz için kullanılır.’’21 Benzer olarak, tin ve cisimsel-olmayan gibi sözcükler de kendilerinde anlaşılır değildirler. ‘‘Ve öyleyse, kendi düşünceleriyle sonsuz, herşeye-gücü-yeter ve bengi bir Tanrıyı tanımaya varan insanlar onun doğasını cisimsel-olmayan tin ile tanımlayıp sonra tanımlarının anlaşılmaz olduğunu itiraf etmektense, onun kavranamaz olduğunu ve anlaklarının üstünde durduğunu itiraf etmeyi seçerler; ya da eğer ona böyle bir san verecek olurlarsa, bu tanrısal doğayı anlaşılır kılma gibi bir niyetle inaksal olarak değil, ama onu görülür cisimlerin kabalığından ellerinden geldiğince uzaklaştırdıkları yüklemler ya da imlemlerle onurlandırmak için dindarca verilir.’’22 Kutsal Yazılarda anlatıldığı biçimiyle Hıristiyan bildirişe gelince, Hobbes bir tanrısal bildiriş olduğunu yadsımaz, ama kullanılan terimleri yorumunda görülen o aynı ilkeleri uygular. Tin [spirit] sözcüğü ya ince ve akışkan bir cismi simgeler, ve ya andırımlı olarak kullanılır ya da bütünüyle anlaşılmazdır. ‘‘Çünkü Tanrının doğası kavranamazdır; eş deyişle, ne olduğunu değil ama ancak var olduğunu biliriz; ve öyleyse ona verdiğimiz yüklemler bir başkasına onun ne olduğunu anlatmayacaklar, ne de doğasına ilişkin görüşümüzü simgeleyeceklerdir; bunlar yalnızca onu kendi aramızda en onurlu olduğunu tasarladığımız adlarla onurlandırma isteğimizi iletirler.’’23 Kimi yorumcular tüm bunlarda daha önce Ockham ve onun en önde gelen temsilcisi olduğu devime ait başkaları gibi ondördüncü yüzyıl düşünürlerinde görülmüş bir eğilimin, tanrıbilim ve felsefe arasına keskin bir ayrım çekme ve doğal tanrıbilimi de içine almak üzere tüm tanrıbilimi inanç alanına sürme ve böylece felsefeye Tanrı konusunda söyleyecek çok az şey bırakma ya da hiçbir şey bırakmama eğiliminin bir sürdürülüşünü ve yeğinleşmesini görmüşlerdir. Ve hiç kuşkusuz bu yorumdan yana söylenebilecek çok şey vardır. Gördüğümüz gibi, Hobbes Orta Çağlarda oldukça yaygın olan ünlü ayrımdan, eş deyişle Tanrının var olduğunu bilme ve Onun ne olduğunu bilme arasındaki ayrımdan açıkça yararlanır. Ama bu ayrımı vurgulayan ortaçağ tanrıbilimci ve filozofları Tanrının cisimsel-olmayan töz ve sonsuz tin olduğuna inanıyorlardı. Ve bu hem ayrımın kullanımını Tanrının andırımlı da olsa felsefi bir bilgisine inançla birleştiren St. Thomas Aquinas gibi bir yazar açısından, hem de açıkça felsefenin Tanrı konusunda çok şey söyleme gücünde olmadığını düşünen Ockham gibi bir ondördüncü yüzyıl filozofu açısından doğrudur. Bununla birlikte, Hobbes Tanrının cisimselliğini doğrulamış görünür, en azından eğer onu Piskopos Bramhall ile tartışmasının gidişinde söylemiş olduklarıyla yargılayabilirsek. Çünkü orada açıkça der ki, Tanrı ‘‘en arı ve en yalın cisimsel tindir’’ ve ‘‘Üçlülük, ve bunun kişileri, o tek arı, yalın ve bengi cisimsel tindirler.’’24 ‘‘Yalın, cisimsel tin’’ deyimi ilk bakışta terimlerde bir çelişki gibi görünür. Ama arı ve yalın bir cismin ‘‘baştan sona her parçada bir ve aynı türde bir cisim’’25 olduğu ve tinin ise ‘‘ince, akışkan, saydam, görülmez cisim’’26 olduğu söylenir. O zaman, terimlere bu anlamlar verilirse çelişki yiter. Ama bu durumda Tanrının cisimselliği doğrulanmış olur. Elbette, bu Tanrının ikincil niteliklere iye olması demek değildir; ama büyüklüğü olduğu anlamına gelir. ‘‘Cisimsel ile büyüklüğü olan bir tözü demek istiyorum.’’27 Ve büyüklük, daha sonra görüleceği gibi, uzam ile aynıdır. Tanrı, öyleyse, sonsuz, görülmez uzamdır. Ve bu bildirimde bulunmak Tanrının kavranamaz olduğundan ve kavranamazlığı nedeniyle felsefenin Ona ilişkin olarak söyleyecek hiçbir şeyinin bulunmadığından çok daha fazlasını söylemektir. Bununla birlikte, kuramını desteklemek için yalnızca Tertullian’a değil ama İncil’e de başvuran Hobbes tüm bunlarda ciddi ise, ki öyle görünür, o zaman bir tanrıtanımaz olarak adlandırılamaz, ama ancak Tanrının varoluşunu doğrulayan ama Onun sonsuz, cisimsel-olmayan töz olduğunu yadsıyan biri ‘‘tanrıtanımaz’’ terimi altına alınmıyorsa. Ve Hobbes’un görüşünde Tanrının sonsuz, cisimsel-olmayan bir töz olduğunu ileri sürmenin kendisi tanrıtanımazcılık olacaktır, çünkü Tanrının cisimsel-olmayan töz olduğunu söylemek bir Tanrının olmadığını söylemek demektir, çünkü töz zorunlu olarak cisimseldir.


  • Dizi: Felsefe Tarihi Dizisi
  • Sayfa Sayısı: 140
  • Boyut: 11cm x 19cm