Avrupa'da Etik, Din ve Laiklik Şerif Mardin

Avrupa'da Etik, Din ve Laiklik

Şerif Mardin   Muhammed Arkoun   Olivier Abel  

"Hoşgörü, yani sonuçta laikliği düşünmek için, toplumu oluşturan inaçlardan her birinin, meşrulaştırmanın üzerine oturmuş olduğu biricik, temel direk olmadığını kabul etmesi gerekir. Dolayısıyla her birinin, bir şerkilde, ortak siyasal alanı ve ortak toplumsal alanı oluşturan kubbeden bir taş olmayı kabul etmesi gerekir. Ama işte tam da bu taşlardan her birinin kendi ağırlığıyla, coşkun gücünün ağırlığıyla ağır basan ayrı ayrı taşlar olduğundandır ki, toplumun kubbesi sağlamlığını sürdürebilecektir. Yani tuhaf bir şekilde, bir çoğulluk, ama coşkun bir inanç çoğulluğu olduğu içindir ki toplumsal birlik zemini mümkün bir zemin haline gelmektedir. Dolayısıyla bizler, ne her türlü çoğulluğun, çeşitliliğin reddedildiği homojen bir zamine mahkumuz, ne de içinde hiçbir homojenliğin olmadığı bir çoğulluk zeminine mahkumuz. Tersine, çoğulluk ve birlik karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirirler ve birbirlerine ihtiyaçları vardır." -Olivier Abel- Şerif Mardin'le bu salonda tanışalı tam on yıl oldu. Gaston Bachelard üzerine kısa bir tanıtım konuşması yapmıştım ve Mardin de bu konuşmada hazır bulunmuştu, dostluğumuz o döneme dayanır. Bu on yıl boyunca Şerif'le, Ruşen Çakır'la ve birkaç kişiyle daha birlikte pek çok şey yaptık; bu konu üzerinde bir birikim oluştu. Mohammed Arkoun'la da bu konularda, laiklik kavramının tezgâha yatırılması konusunda sık sık çalışıyoruz. Burada, etik, din ve laiklik gibi farklı temalardaki sorunları etik felsefe açısından ayırt ederek tartışmak isterim. Avrupalı kimliğimizi ve Akdenizli kimliğimizi sorunsallaştıran ve Mohammed Arkoun'un bizi içinde konumlandırmaya çalıştığı, geniş anlamdaki o Akdeniz zemini, sanırım, bir konsensüs değil de çünkü konsensüs yoktur, aynı dil içinde değiliz, aynı sorunsal içinde değiliz bir uzlaşma, ortak bir anlaşılırlık zemini oluşturulduğunda mümkün olabilir ancak. Ve uzlaşmayı konsensüsten şu düşünceye göre ayırıyorum: Heterojen, farklı sorulara cevap verdiğimizi kabul ettiğimizde, başkalarının da bizimkilerden ayrı sorulara cevap verdiğini kabul ettiğimizde, kısacası ille de aynı soruları paylaşmadığımızı kabul ettiğimizde uzlaşma vardır. Bunu kabul etmek, anlaşılırlık zeminleri oluşturan uzlaşmalar kurmayı sağlar. İç içe giren üç soru koymak istiyorum ortaya. İlk soru şu: Laiklik nedir ve bugün neden bu kadar kırılganlaşmıştır, yalnızca Türkiye'de değil her yerde, Fransa'da da? Belki de laiklik, kafamızda onunla ilgili olarak bulunan imgenin aksine, basit, tek parçadan oluşmuş bir şey olmayıp, değişik unsurlardan oluşmuş, karmaşık bir bütün olduğundan... İkinci olarak, laik etik nedir? Etik olarak laiklik nedir ve laiklik bir etik olarak bugünkü kentsellik içinde, yaşam, varoluş, birlikte varoluş koşulu olarak, sivillik koşulu olarak hangi anlamda aşılamazdır? Bu anlamda, az önce Arkoun'un gelenek ve eleştiri, İslami akıl ve modern akıl arasında yapılmasını önerdiği eklemlemeyi üzerine yerleştirdiği tartışma zemini, Şerif Mardin'in John Rawls ile Michael Walzer'ın söyledikleri etrafında, Walzer'daki daha ziyade cemaatçi gelenek ile Rawls'daki daha ziyade liberal gelenek arasında açılmasını önerdiği tartışmadan aslında çok uzak değildir. Sonuçta, şurada burada farklı düzeylerde, farklı sorun ya da farklı toplumsal etik alanlarında, ya da terimlerinde karşımıza çıkan hep aynı tartışmadır. Üçüncü sorum ise şu: Laikliği yalnızca etik olarak değil, dinlerin etiği olarak da düşünebilir miyiz? Biraz tuhaf bir mütasyon öneriyorum, sanki laiklik tam da dinlerin birbirleri nazarındaki etiğiymiş gibi. Bu, öncelikle laikliğin, az önce Arkoun'un dediği gibi, zorunlu olarak din karşıtı bir şey olmadığını tasavvur etmeyi gerektirir. Laiklik, dinlerin kendi içlerinde yer alan bir tartışma aracılığıyla dinlerin içinden doğmuş olabilir. Ayrıca bu, laikliğin, dinsel olan ya da dinsel bellek karşısında, Şerif Mardin'in kolektif bellek dediği şey karşısında, sadece bir bastırma ilişkisine değil, Şerif Mardin ve Arkoun tarafından ayrı ayrı önerildiği gibi bir soluklanma ilişkisine sahip olmasını gerektirir; bu soluklanmada gelenek de kendine bir açılma alanı bulur. Çünkü bellek ancak yeniden canlandırıldığı ölçüde var olabilir ve ancak açık bir tartışma alanına, eleştirel bir tartışma alanına girmekle gerçekten canlanabilir. Dolayısıyla bu, dinsel hayat biçimlerinin, meşrulaştırmayı tekellerinde tutma iddiasından kurtulma yeteneğine sahip olmalarını gerektirir. Laikliğin Kırılganlığı Laiklik Fransa'da, bizzat laiklik yorumları arasındaki bir tür çatışma içine kıstırılmış görünüyor. Bir cephede, açık laiklik diye adlandırılabilecek cephede, artık laikliğin kendisinin de laikleştirilmesi gerektiği fikri var. Neden? Çünkü laiklik sosyolojik olarak, Fransa'daki nüfusun bir bölümünde bir tür sivil din, bir tür ulusal kimlik anıtı haline geldi – sanırım bu Türkiye için de geçerli. Laiklik, bir din haline dönüştüğü ölçüde, kendisi de laikliğin koşullarına uymak zorundadır. Yani söz konusu laikliği kutsallıktan çıkarmak, çoğulcu kılmak, daha açık, daha pragmatik, daha esnek kılmak gerekir. Laikliğin daha otoriter bir kavranışıyla liberal bir kavranışı karşı karşıya geliyor diyebilirim. Öte yandan, "hayır" diyen yorumcular var: Küreselleşme, gezegenleşme ve dünya pazarı karşısında, cumhuriyetçi laiklik duygusunu eşitlik, yasa önünde eşitlik olarak, ulusal birlik alanı olarak güçlendirmek gerekir, diyorlar. Homojen bir alan, homojen bir ulusal dayanışma yaratmak için, laiklik bir tür ideoloji, ya da gerekli bir söylemdir. Esas olarak hepimizin aynı toplumun, tek bir toplumun üyeleri olarak göründüğümüz bir veçhe var; dolayısıyla, toplumu çoğullaştırmaya çalışan her söylem tehlikeli bir söylemdir, çünkü bu dayanışmaya ihtiyacımız var, diyorlar. Her iki söylemi ben burada biraz sertleştirsem de en meşru düzeylerinde, bu şekilde tanıtabiliriz. Ve her iki söylemin yararları ve üstünlükleri uzun uzadıya savunulabilir. Sanırım bu tartışma, bu kriz vesilesiyle laiklik fikrinin karma karakteri ortaya çıkmış oluyor. Laiklik fikri farklı unsurları bir araya getiren bir karma, karmaşık bir bütün, iki ilke arasında bir uzlaşmadır. Birinci ilke, kamu alanına ve yurttaşlık alanına girildiğinde çeşitli dinsel ve cemaatçi aidiyetleri dışarıda bırakarak homojen bir zemin yaratmaya çalışan cumhuriyetçi bir ilkedir. İkinci ilke ise toplumsal süreçlerin daha çok işlemesinden yana olan, daha demokratik bir ilkedir; kendiliğinden dinden bağımsızlaşmadır, sekülerleşmedir ve aidiyetlerin kendileri de bu vesileyle farklılaşır, özelleşir, öznelleşir, çoğullaşır, vs. Laiklik bu iki ilke arasında kıstırılmışsa, bu iki ilke arasında bir bağlantı vardır diyebilirim. Eğer demokratik sekülerleşme durgun kalmışsa, cumhuriyetçi laiklik yönünde de çok ileriye gidilemez. Türkiye'nin durumu budur biraz, ve bir anlamda Fransa'nın durumu da budur. Yani cumhuriyetçi ilke yönünde çok ileriye gidilmiş, ancak "dinsel olanın istediğini yapmasına izin vermek" anlamında sekülerleşmenin demokratik sürecinin "serbestçe işlemesi"ne ne yeterince izin verilmiş, ne de ona yeterince eşlik edilmiştir. Bir anlamda, dinsel olan cumhuriyetçi bir ilkenin boyunduruğu altında kalmıştır. Öte yandan, laikliği liberal sekülerleşmeye indirgemek de mümkün değildir, çünkü cumhuriyetçi laiklik durgun kalırsa sekülerleşme çok ileriye götürülemez. Bu da Amerika Birleşik Devletleri'nin durumudur biraz. ABD'de çok ileri bir sekülerleşme vardır, ancak cumhuriyetçi laiklik çok iyi yerleşmediği için bu sekülerleşme olduğu yerde saymaktadır ve liberalizmle cemaatçilik arasındaki ezeli Amerikan tartışmalarına saplanıp kalmıştır. Bu ilk tartışmayı bitirmek için, bu sorunsalı Türkiye'nin durumuna uygularsak, Türk laikliği, gerçekten de, günümüzde, iki modele de ters düşer görünmektedir. Türkiye Avrupa zeminine dahil olmaya çalıştığında, öncelikle pek çok Avrupa ülkesinin, özellikle Protestan kültürüne sahip ülkelerin, Avrupa'nın kuzeyindeki ülkelerin söylemiyle ilişkiye girmek zorundadır. Bu ülkeler laik olmaktan çok sekülerdir ve dinsel çoğulculukta, gerçek dinsel liberalizmde ısrar etmektedirler. Bu yüzden de, bu diğer Avrupa ülkelerinin istedikleri şey daha az cumhuriyet, daha fazla demokrasidir, daha fazla demokratik çoğulculuktur. Biraz şemalaştırırsak, laik Fransız modeli Mohammed Arkoun'un az önce sözünü ettiği Fransız tekilliği budur ancak devletle din arasındaki sıkı ayrılık sayesinde var olur. Demek ki devletin din üzerinden elini tümüyle çekmesi söz konusudur. Bu açıdan Türk modeli Fransız bakış açısına göre de tutarsız bir model olarak görünmektedir. Eğer gerçekten laik isek, devletin dinle hiçbir ilgisi olmaz; devletin din konusunda müdahalesi Diyanet olmaz; Türk kültürüyle ilgilensinler diye yurtdışındaki göçmenlere imam gönderilmez; kimlik kartında din belirtilmez, vs. İşte Türk laikliği bu tür bir terslik içindedir. Avrupa'dan yardım görmeyi istemektedir, ama çifte bir uyumsuzluk taşımaktadır. Bugün laiklik için sorun, aynı denklem içinde kalmak, aynı anda iki soruya cevap vermeyi başarmaktır: Bir, sanayi devrimiyle, tekniklerin dünya çapında yayılmasıyla ve küreselleşmeyle alt üst olmuş bir toplumda sivil bağın meşrulaştırılması, dayanışma, birlik ve kimlik sorusuna cevap vermek. Ama aynı zamanda, hegemonya iddiasında bulunmaktan beraberce vazgeçmeleri gereken pek çok farklı kimliğin, pek çok farklı meşrulaşma biçiminin, toplum biçiminin, vs. aynı toplumsal, siyasal zeminde bir arada var olması sorusuna cevap vermek. (Olivier Abel, "Dinlerin Etiği Olarak Laiklik", 'ten)


  • Dizi: Tarih Toplum Felsefe Dizisi
  • Sayfa Sayısı: 79
  • Boyut: 13 x 20 cm